Almanya Federal Meclisinin 2.6.2016 tarihinde Ermeni -sözde- soykırımını kınayan kararını şiddetle kınıyoruz.
F.A.M ‘nin aldığı bu karar tarihi, hukuki, sosyal açılardan bir değer ifade etmemektedir. Bu karar sadece 1915 yılının 100. Yıldönümünde, tehcir sürecinin anılması anlamında yorumlanmamalıdır. Osmanli Imparatorluğunu paylaşım anlaşması olan SkyesPicot’un 100.yılında,bu anlaşmayı özlem ile anmak, ortadoğuda yeni sınırlar çizmek, mülteci krizindeki (yunanistan ve ispanya krizlerinde olduğu gibi) AB’yi mali ve ekonomik açılardan rahatlatmak anlamında okunabileceğini söylemek gerekir.
Yaşanan tehcir sürecine nelerin sebep olduğuna dair Prof.Dr.İlber ORTAYLI’nın görüşleri önemli tespitler içerir: “Birinci Dünya Savaşı’ndaki ilk yenilginin ardından, istilacı ordulara gösterilen silahlı Ermeni desteği, Alman Genelkurmayı’nın da ısrarlı önerileriyle tehcir (zorunlu göç) kararının alınmasına sebep oldu. Yakın zamanlara kadar, Talat Paşa’nın ‘soykırım’ emrini içeren telgrafının, doğruluğu ispatlanan bir belge olduğunu söylemek, güçtür. Tehcir kararında ordunun hareket alanını güvenceye almak ve Müslümanlarla Ermeniler arasındaki çatışmaları önlemek amacı olduğu açıktır. Kuşkusuz idare bu işlemi uygularken, aktif Ermeni militanlarıyla sivil halkın çatışmaya karışmayacak unsurlarını ayırdedemezdi. Tehcir işlemini kimi idareciler oldukça kansız biçimde gerçekleştirdi, bölgelerindeki nüfusu, öbür bölgeye aktarabildi (Tehcirin hedefi Suriye ve Mezopotamya idi)”.
Yaşanan sürecin bir soykırım olmadığı hukuken de söylenmelidir. Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2.maddesinde:
“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu veya o gruba mensup olanların tümünü veya bir kısmını yok etmek kastıyla öldürmek gibi .. fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur” denilmiştir.
Başka deyişle soykırım suçunun işlenmesi için kasten yok etmek maksadının güdülmesi şarttır. Halbuki yaşanan tehcir, bir soykırım amacını içermediği gibi tamamıyla savaş şartlarında, Ermenilerle müslüman halk arasında çatışmanın yaşanmaması ile askeri anlamda Doğu ve Batı Anadolu arasında tedarik imkanlarını korumak amaçlarını içerdiğinde duraksama yoktur.
Yine soykırım kavramdan söz edebilmek için, uygulama alanı içinde politik grupların bulunmamaları gerek şarttır. Ermenilerin o dönemlerde bağımsız devlet kurmak amacında oldukları tartışma içermemektedir. Velhasıl Ermenilerin politik grup oldukları bu meyanda kesinlik kazanmaktadır.
Dönemin şartlarında tehcir edilen halk ile refakat edenlerin yaşadıkları olumsuzlukları soykırım olarak nitelemek hukuken de mümkün değildir.
Nitekim, Lahey Uluslararası Adalet Divanının Bosna-Sırbistan kararının 477. paragrafında, UAD’nın Bosna Hersek – Sırbistan/Karadağ davasında 2007 tarihinde verdiği karara atıf yapılmakta ve “477. Bir topluluğun zorla tehcir edildiği, kanıtlanmış olsa bile, tek başına soykırım fiilini (actus reus’u) oluşturmaz” denilmektedir.
Gelinen noktada, bu ve benzeri kararlarla Ermenilerin toprak, tazminat, tanıma taleplerinin yüksek sesle lobilerde ve dünya kamuoyunda dillendirilmesi döneminin hızla yaklaştığı söylemek lazımdır. Mutlaka milli bir paradigma geliştirmeliyiz.
Hukuki olarak, sosyo-kültürel olarak, felsefi temel olarak, enformasyon olarak, aktif, etkili ve uluslararası hatta ulusal bir politik zemin kurmalıyız.
Sonuç olarak, tarihselliğin ve/veya tarih politikasının ilgi alanı olması beklenen tehcir sürecinin kimi ulusal politikaların, bölgesel var olma arayışlarının oyun sahası olmamalıdır. Tarihimizde soykırım olmadığını geniş yureklilikle söyleyebiliyorken, F.A.M ‘nin aynı cümleleri vicdanıyla kuramayacağından eminiz.
Kararı şiddetle kınıyoruz.
Başka açıdan bakıldığında, tehcir kararlarının soykırım sayılmadığı literatür gereği de söylenmektedir.
Av.İbrahim Kerem ERTEM
Zonguldak Barosu Başkanı