Yeni Adli Yıl Açıldı.

Değerli meslektaşlarım,

 

Yeni Adli Yılın ilk günündeyiz. Bugün, Hz. Mevlana’nın deyişiyle, dün dünde kaldı cancağazım, yeni şeyler söylemek lazım.

O halde, bugünlerde, adaletten beklentilere cevap vermek yanında, adalet hizmetlerine dair topyekün, “yeni beklentiler, yeni ufuklar, yeni bakışlar geliştirmemiz” gerekir.

Şunu söylememiz gerekir; adalet hizmetlerinin var olandan “daha adil, daha etkin sonuç alıcı, daha bağımsız, daha tarafsız, daha demokratik işlemesi” beklentimizin adresi, siyasi iktidarlar olmuştur.

Ama bu noktada, asıl olan, “halkın adalet hizmetlerinden var olan beklentilerinin ötesinde, vicdan faktörünün hakkaniyet ölçüsünün temeline konulmasıdır. Başka deyişle, mahkeme kararlarına varan süreçte, sadece kanunun uygulanması yetmez, hukukun uygulanması gerekir, o da yetmez, vicdana başvurmak da gerekir. Ve o vicdan, Ulu Önderin dediği gibi, “hür” olmalıdır. Adalet söylemlerinde yer etmesi gereken, adaletin her anında vicdanın ana direk olması gereğidir. Vicdansız adalet, kaf dağının arkasına masalsı kuş simurgla uçmaktır; masaldır.

Cumhuriyetin savcıları, cumhuriyet adına, kamu adına ceza soruşturmaları yapmakta iken, hakimler, Türk Millet adına karar vermektedirler. Pekiyi, avukatların, rolünün hala çözülmemiş olunmasını nasıl açıklayacağız. Adalet hizmetlerinin, hakkaniyet, vicdan, bağımsızlık ve tarafsızlık ve erdem adına yeni ufuklar kazanmasında, acaba başlıca rol, bu saydığım unsurlardan hangisine düşüyor?

Değerli Meslektaşlarım,

Avukatları, yargının asli kurucu unsurlarından biri olmakla ve kutsal savunmayı serbestçe temsil ettiğinden bahisle yıllarımız geçti. Bizce vardığımız nokta, baroların kurulduğu ilk günden -ki İstanbul Barosunun tarihini baz alabiliriz- bu yana aradan geçen 100 yılı aşkın süredir, yargının asli kurucu unsuru olduğumuz, savunmayı temsil ettiğimizdir. Avukatlar ve Barolar, avukatların yargı içindeki konumlarını, yargıya sıkı sıkıya bağlamışlar, onun ayrılmaz hatta onsuz olmaz parçası saymışlar; ama diğer unsurlarca kabul edilmediklerinden, yarı resmi, yarı bağımsız, yarı serbest bir yapı içinde kalakalmışlardır.

Adli yardım, CMK ödemeleri, mali denetimleri, kararlarının denetimi Adalet Bakanlığına bağlıdır Baroların. Kararların itiraza tabi olmaları savcılık makamınca gerçekleşir.

Avukatlık hizmetlerinin muhatap olduğu bir alan da UYAP platformudur; hele şimdilerde “e-devlet” projesidir. Baroların, görev alanları dışında çalışmaları Valilik onayı ile kapanmasına bağlıdır.

Baroların tesis yapımları, bazı demirbaş alımları, pul paralarının dağıtımı, disiplin işlemlerinin, kararların itirazla denetimi, ruhsat verilme işlemleri TBB’nin görevindedir.

Baroların tam bağımsız olmaları, avukatların, Barolarına birlik ve dayanışma ruhu içinde destek olmaları, yargının güçlenmesi adına çıkılacak yolun, çizilecek ufkun, varılacak hedefin, “Samsun’a çıkışıdır”.

Baroların, mali güçlülüklerini, dengeleme payına terk etmeyecek, barolara daha fazla mali pay aktaracak, avukat eğitimlerini, günün iletişim imkanlarıyla tanıştıracak; bunu para kazanmaktan çok, mesleki ana görev sayacak bir mantaliteye geçmeden, yargının daha adil, bağımsız ve tarafsız olması adına bir şeyler söylemek, aynaya bakmamak demektir.

Avukatların, salt icra ettikleri mesleklerinin, yargının serbest faaliyet ortağı olmaları gereğini akıllara kazımadan; içi dolmamış savunma mesleği olduğu iddiası ile yola çıkamayız. Sonra, bir bakılır ki, vekalet aktinin niteliği konusunda Yargıtay’dan bir karar çıkmış, Baroların dava ehliyeti konusunda Danıştay bir karar vermiş, “avukatlık ücretinin avukata ait olduğuna dair kanun hükmümüz, bir bakmışsınız İptal Talebiyle, Anayasa Mahkemesi gündemine girivermiş”.

Değerli Meslektaşlarım,

Konuşmanın başında sorduğum soruya dönersek; avukatlar, yargının halk ve birey ayağıdır. Yargının rejim ayağı, savcılık makamı ise, millet ayağı hakimlik ise, halk ayağı ise avukatlardır. Ama avukatların, halkın ve bireylerin, adaletten beklentileri, adalet, hakkaniyet, hak gibi kavramların güncel tanımlarını, yorumlarını, değerlendirmelerini yakından takip etmeleri gerekmektedir.

Bizden beklenen, sadece somut olayda karşımıza gelen, mağdur, mazlum, maznunun haklarını savunmak değil; halkın ve bireylerin, potansiyel hak talepçisi olma durumlarını analiz etmek, haksızlık ve adaletsizlik meselerinin takibini yapmaktır. Savcılık kararı, Mahkeme kararı, ilamlarla sona eren uyuşmazlıkların, takibinin, yerelde ve genelde yapılmasından ötede, burada belirdiği düşünülen ve bundan sonraki uygulamalara yol açabilecek sorunların da takibinin yapılması, avukatların “yeni sosyal sorumluluk alanı olmalıdır”.

Hakimlik mesleği uygulamaları, mahkeme kararlarının takibi alanında da,” avukatların ve Baroların  sosyal hukuki takip mekanizmalarını geliştirmeleri” gerekir. Bu yol için en uygun forum, TBB tarafından organize edilecek “tarama toplantıları” olmalıdır. Bu toplantılar, avukatlara açık yapılmalıdır.

Değerli Hukukçular,

Yeni dönem, beraberinde eskiden kalan sorunlarla geliyor. Kuşkusuz, KHK’larla, olağanüstü hal şartları ve gerekleri dışında düzenlemeler yapıldığını görmekteyiz. Bu düzenlemelerin hukuki gerekçelerini ise ilgili KHK’ların, TBMM’ne intikalinde anlamaktayız. Ancak, toplumsal hakkaniyet anlayışı gereğince, KHK’ların, gerekçelerinin de açıklanması yada bu hususta, TBB’nin aktif rol üstlenmesi gerekir düşüncesindeyiz. Bu KHK’ların, hukuk düzeninin ayrılmaz parçası haline geldiğinde aksama yoktur; bizce bu tür KHK’ların, ileride ciddi sorunlar çıkarma ihtimalleri kuvvetlidir. Bu anlayış terk edilmeli, TBMM’nin işlerliği ön planda tutulmalı ve tercih edilmelidir.

Değerli meslektaşlarım,

Hukukun üstünlüğü ilkesinin hayat bulması, hukukun uygulanmasında, bağımsızlık ve tarafsızlık ve dahi liyakat sisteminin uygulanmasında belirir. Özellikle, HSK atamalarında, liyakat ilkesinin tam manasıyla hayat bulmadığına işaret etmek isterim. Kurulun yorumları, değerlendirmeleri, tespitleri, “şahsi nitelik arzettiği noktada, liyakatın uygulanmadığına” yol açabilecek yorumları duyarsınız. Yargıda, her türlü aidiyet, mensubiyet, yakınlık gibi öncelikli değerlendirmeler, yeni gruplaşmaların önünü açacağından, anayasanın eşitlik hükmünün de ihlalini akla getirecektir. Hak ettiğine hakkını vermek adına, memleket, millet, adalet, bek’a, devlet, gelenek ve gelecek birlikteliği, çağdaş medeniyet ufkunu paylaşan her vatan evladının, mesleki yeterliliğini ispatlamış olması, liyakat için en belirleyici değerdir. Avukattan çekinen, avukatı odasına sokmayan, avukatın verdiği Yargıtay kararının yanlışlığını iddia eden, sürekli üst mahkemelerle diyalog ortamında karar çıkartmayı yeterlilik sanan, birkaç dakika ile yıllarca sürmüş davaları işlemden kaldıran, avukatın talebini kabul etmeyi içine sindiremeyen bir mantığın, liyakatin konusu olmadığı açıktır. Elbette, bütün atamaların liyakat ilkesinden uzak olduğu söylenemez; ama Türk Milleti adına karar verecek bir makama yapılan atama, cumhuriyetin savcılık makamına yapılacak tayin, hepimizi ilgilendirdiğinden, gerçekleşecek hataların da “ mümkünlük sınırı içinde “kalması gerekir. Bu kaygımızı da dillendirmeye devam ediyoruz; takibini de yapacağız.

Değerli Hukukçular,

Yeni dönemde, Adalet Bakanlığı tarafından Satürn projesi adı altında yürütülen bir çalışma hukuk hayatımıza, 23/Haziran/2017 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan yönetmelikle girmiş bulunmaktadır. Yargılamada Hedef Süre adındaki bu projeyle, hangi uyuşmazlığın hangi sürede sonuçlandırılacağının belirlendiği bu projede, davanın açılması halinde taraflara verilecek belgede, mahkemenin çalışma süresi de belirlenmiş olmaktadır. Bu sürenin, makul bir yargılama süresine dönüşmüş olması beklentimizdir. Ancak, buradaki yeni uygulamanın başarısızlığa uğraması da ihtimal dahilindedir. Eğer belirlene sürede uyuşmazlık bitmez ise, sorumlusu kim olacaktır? Bilindiği üzere, yargılama faaliyetlerinin haddinden fazla uzaması, adil yargılama hakkının ihlali sayıldığından, Anayasa Mahkemesince tazminat gerektiriyordu. Yeni uygulama ile yargılamadaki gecikmenin sahibi hemen ilan edilmiş oldu.

Hedef Süre Yönetmeliğinin 7.maddesinde, hedef sürenin uygulanmasında, tarafların ve avukatların rolünün önemine değinildikten sonra, taraflardan meydana gelecek sebeplerin hedef sürenin tayininde hesaba katılmadığı hususuna yer verilmiştir. Başka deyişle, avukatlar yine hedefe konulmuştur. Ve yargılama sürecinde, avukatların, gecikmeden sorumlu olmadıklarını ispatlamaları hatta bunu zapta derc etmeleri gerekecektir ki, yargılama süresi açısından mağdur olduğuna inana taraf, aleyhe işlem tesis etmesin.

Yeni dönemde, avukatlık kanununda değişiklikler yapılması düşünülmektedir. Edindiğim bilgilere göre, staj sınavının yapılması, Baroların seçim sürelerinin uzatılması, TBB Başkanlık seçiminin yeniden düzenlenmesi, delege sayılarının yeninden düzenlenmesi gibi başlıklar altında değişimler öngörülmektedir. Bu değişiklik önerilerinin her biri tartışılabilir, ancak, asıl meselenin, avukatların çalışma alanlarının geliştirilmesi, yeni alanlarda avukatlara yetkiler tanınması, savunma görevi dışında da avukatlara, hukuki her işlemde hak ve yetkiler tanınması üzerinde durulması gerekmektedir.

Değerli meslektaşlarım,

Yeni Adli Yılın, ülkemize hayırlı olmasını, adalete, hakkaniyete, hukuk devletine, hukukun üstünlüğüne ve vicdanla karar verme gereğine yönelik beklentilerimizin karşılanacağı bir dönem olmasını saygılarımla, sevgilerimle ve esenlikle diliyorum.

 

 

Av.İbrahim Kerem ERTEM

Zonguldak Barosu Başkanı