Yeni Adli Yıl Açıldı.

Saygıdeğer Meslektaşlarım,

Baromuzun Değerli Çalışanları,

Basınımızın Değerli Mensupları

 

 

Sözlerime çok yakın geçmişte kaybettiğimiz Türkiye Taşkömürü Kurumu avukatlarından Sefa KARABAY’ı rahmetle anarak başlamak istiyorum. Başta ailesine, mesai arkadaşlarına ve hepimize başsağlığı diliyorum.

 

 

15 TEMMUZ DARBE TERÖRÜ, DARBELER TARİHİNİN POSTMODERN YENİ VERSİYONUDUR. DARBENİN ALT EDİLMESİ İSE DEMOKRASİ TARİHİNİN MODERN  YENİ BİR ÖRNEĞİDİR:

 

Değerli Meslektaşlarım,

15 Temmuz 2016 tarihi akşam saatlerinden başlayan darbe girişimi ve terörü, belki modern dünyada eşi benzeri görülmeyecek ihanet ve vahşetiyle bütün dünya önünde cereyan etmiştir. Darbecilerin, uzun zamandır planladıklarını sonradan öğrendiğimiz bu vahşi girişimde, cuntacılar silahlarını vatandaşlarımıza yöneltmiş, göz kırpmadan kimimizi şehit etmiş, kimimizi yaralamış darp etmiş, özel ve kamu varlıklarına yönelik giriştikleri silahlı tehditle, postmodern darbe tarihini yeniden yazmışlardır.

 

Darbe girişiminin ilk saatlerinden beri Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, Sayın Başbakan Binali YILDIRIM’ın, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, diğer siyasi partilerin Sayın Genel Başkanlarının, memlekete, vatana ve demokrasiye bağlı Atatürk sevdalısı Sayın Ordu Komutanlarının, askerlerimizin ve polisimizin, bürokratlarımızın demokrasiden yana tavır ve duruşları, bu duruşlarına destek veren halkımızın gözünü budaktan sakınmayan darbe karşıtı eylemliliği ile bu postmodern cuntacı girişim ve darbe terörü 24 saat olmadan alt edilmiştir. Cuntacıların karşısında, millet, postmodern darbe tarihini yazanlara karşı,  demokrasi mücadelesi tarihine pırlanta bir sayfa eklemiştir.

 

Gerek bu Fetö darbe girişiminde hayatını kaybedenlere, gerekse öncesi ve sonrasındaki terör saldırılarında hayatını kaybetmiş vatandaşlarımıza rahmet diliyoruz, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Ulusumuzun başısağolsun.

 

DEMOKRASİ ADINA ,YENİ YAKLAŞIM VE POLİTİKALARIN TAM ZAMANIDIR:

 

Demokrasiden yana tavrını diri tutan ve demokrasinin nimetlerini içselleştirdiğini dünyaya ilan eden halkımız, Cumhuriyetin kendisine bahşettiği “vatandaşlık bilincinden kaynaklanan istiklal sevdasını”, meydanlarda, sokaklarda, köprülerde canlı tutmuş, bundan böyle de kendi geleceğine kendisinin sahip çıkacağına dair “güçlü, sivil ve demokratik bir mesaj” vermiştir.

 

Cumhuriyet; halkın, halk için halk tarafından yönetimi olarak tanımlanır. Ve bu tanımın en muhteşem yorumunu halkımız, Cumhuriyetine sahip çıkarak göstermiştir. Bir kez daha diyoruz ki,

Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!

 

 

 

 

 

YENİ SİYASET DİLİ, YENİ SİYASİ TARTIŞMA ZEMİNİ KURULABİLİR; BU UMUT DOĞMUŞTUR:

Değerli meslektaşlarım,

Gelinen aşamada, bu ülke, sivil anayasasını yazmak adına, kuşkularını, ön kabullerini, önyargılarını, birbirine dayatmak durumunda kalan siyasi iradenin, “15 Temmuz’da neredeyse sıfır noktasında gösterdiği vatan, hukuk, demokrasi, cumhuriyet, devlet ve insan” noktasındaki direnci, bize, artık yeni bir siyasi tartışma, karar alma ve geleceği kurma ortamının kurulabileceğine dair inanç ve umut vermiştir.

 

14 Temmuz’da olduğundan farklı olarak, bugün “yeni bir siyaset dili ve üslubu, siyaset üretimi, siyaset tartışması, geniş perspektifte insan onuruna dayalı yeni bir siyaset algısı” dünyasına merhaba dediğimizde kuşku yoktur.

 

Bugün, hangi siyasetten, hangi meşrepten, hangi kaynaktan gelirse gelsin, siyaset kurumunun unsurlarının; sığlaştırıcı siyaset anlayışından sıyrıldığından, ayrımlaştırıcı siyaset söyleminden, bencillik temelli yaklaşımlardan arındığından, bunun yerine, “çok sesli ve renkli demokratik yaşama, katılımcı ve özgürlükçü Cumhuriyet anlayışına, daha çok insani değerlere yöneldiğinden” de kuşku yoktur.

 

Bugün,  Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, O’nun ilke, inkılap ve devrimlerini yeniden gündemimizin ilk sırasına yazmak ve takip etmek adına söz vermek günü olduğunda da kuşku yoktur.

 

Bugün, devletimizi yeniden her alanda, ihya etmenin vakti geldiğinden de kuşku yoktur. Gerçek hukuk devletinin, sadece işlem ve kararların hukuka denetiminin sağlanması olmadığını, gerçek hukuk devletinin varlığından söz edebilmek adına, devlet adına karar alan yetkili organların ve yetkililerin “fikri hür, vicdanı hür” olmaları zorunluluğunda da kuşku yoktur.

 

Bugün, liyakat esasına göre, devleti yaşatma, demokrasiden yana tavır alma, özgürlükçü katılımcı cumhuriyet rejiminden yana taraf olma meziyetlerinin, devlet yapılanmasında geçerli kodlar haline getirilmesinin zorunlu olduğundan da kuşku yoktur.

 

Bugün, kuvvetler ayrımının, modern hukuk sistemlerinin yorumladığı ölçüde, “karşılıklı saygı, yetki ve görev ayrımı, birbirini denetleme ve fren mekanizmaları eşliğinde modelleşmesi” gereğinde de kuşku yoktur. Parlamenter Rejimin kökleşmesi bakımından, kuvvetler ayrımının işlerliğini güçlenmesi gerekmektedir; bunda da kuşku yoktur.

 

Bugün, demokrasimizin yaşamasının, kökleşmesinin, toplum ve birey nezdinde öncelikli korunan değer kabul edilmesinin, çok sesli ve renkli bir toplum yaşantısının; bir anlamda özgürlükler adası kurma idealimizin hayata geçirilmesi için, gerekli toplumsal ve ulusal sinerjinin oluştuğunda da kuşku yoktur.

 

Bu anlamıyla, hukukun üstünlüğü ve gerçek hukuk devleti ilkelerinin, hemen her kuruluşa, her kuruma, devletin her kademesine ve bireylere, bunların geleneklerine, kültürlerine ve kabullerine anayasanın ilk dört maddesi gibi nakşedilmesi gereğinde de kuşku yoktur.

 

Demokrasi, sadece sandık değildir! Demokrasi, ancak cumhuriyet rejiminin, gerçekten halk yararına, halk tarafından ve bağımsızlık ilkesi gereğince yaşatılması halinde canlılık taşımaktadır.

Demokrasi, sivil toplum hayatından, üniversitelere, meslek kuruluşlarından ekonomik yapılara, basına, STK’lara, yerel yönetimlerden merkezi yönetime varan geniş yelpazede; talepte bulunma, talebe karşı duyarlı olma, tartışma, karar alma mekanizmalarına katılma,  yönetişim ilkesi gereğince yönetimleri etkileme, kararları takip etme, eleştirme ve protesto etmeye varan eksende “çok sesli, çok renkli bir canlı mekanizmayı” içermektedir. Bugün, demokrasiyi sahiplenme ve yükseltme arzusunun canlandığında da kuşku yoktur. O halde, elimizde demokrasiyi en geniş yorumuyla, hayatın her alanında, yapıda, eylemlilikte yerleştirmek anlamında müthiş bir imkan vardır.

 

 

 

SİYASET KURUMU ÖNÜNDE, DEMOKRASİNİN KÖKLEŞMESİ VE HAYATIN İÇİNDE YAŞAMASI ADINA ALTIN FIRSAT VARDIR; BU AYNI ZAMANDA SİYASET KURUMUNUN YENİ SORUMLULUĞUDUR:

 

Kıymetli Meslektaşlarım,

Ve kuşku yoktur ki, demokrasiyi geliştirmek adına önümüzde duran imkanı, altın fırsatı değerlendirmek adına siyaset kurumuna hayati bir sorumluluk daha düşmektedir.

Demokrasi ve özgürlük taleplerinin görülmesi, 15 Temmuz Bilincinin çok iyi analiz edilmesi ve okunması sorumluluğudur. Bu sorumluluk, demokrasi önündeki engelleri, biraz önce ifade ettiğim geniş spekturumda kaldırmanın sorumluluğudur.

 

Bu noktada, yeni temiz bir sayfa açıldı ise, bu sayfanın ilke cümlesi  “insandan… ve insana…” olmalıdır. Ayrımsız, katıksız, başına ve sonuna herhangi bir ayraç, tamlama veya bağlaç almadan “insan!”. Çünkü insan ve insanlık onuru gözetilmeden, esas alınmadan ne demokrasiden, ne cumhuriyetten, ne vicdandan, ne adaletten söz edilemez!

 

Devlet düzenimizi de insan ve insan onuruna saygı etrafında inşaa etmeliyiz. Bu anlamıyla, gerçek hukuk devletinin ihyası ve hukukun üstünlüğünün devlet organizmasına egemen kılınması sürecinin

hızlıca yürütülmesi ve tamamlanması gerekmektedir. Devlet mekanizmasında, hemen her kurum ve kuruluşunda, her mekanizmasında ve uygulamasında, sadece ve sadece anayasal temel üzerinde, kanuna, hukukun genel ilkelerine, vicdana ve hakkaniyet idealine uygun karar alacak ellere ihtiyaç vardır.

 

Şüphesiz, devlet mekanizmalarında, kamu hizmetlerinin yürütümünde, talimatını ve meşruiyetini, anayasadan, kanundan, hukukun genel ilkelerinden, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden alan, gücünü ve desteğini “bağımsızlık karakterimdir diyen Ulu Önder’den”, özgürlüklerden, “halk için halka göre” düsturunda bulan bir sistemin oluşması hayati değerdedir.

 

 

OHAL SÜRECİNİ VE KHK UYGULAMALARINI, HUKUKEN TAKİP ETMEKTEYİZ:

Değerli Meslektaşlarım,

Bilindiği üzere, Olağanüstü Hal Uygulaması, Anayasanın 121. maddesi kapsamında, 20 Temmuz 2016 tarihinden itibaren, üç aylık süre için başlatılmıştır. OHAL kapsamında, özgürlüklerin belirli kısıtlamalar içereceğinde duraksama yoktur. Gerek TBB Başkanlığının, gerekse Baroların, OHAL ilanından sonra başlayan süreçte, Fetö/PDY ile ilgili yürütülecek mücadele başlığında, soruşturmalar ve işlemler kapsamında, kimi hak ve hürriyetleri kısıtlayan kararlarıyla alakalı yaklaşımlarını, eleştirilerini ve değerlendirmelerini kamuoyu ile paylaştığını bir kez daha ifade ederim. Üzerinde durduğumuz hassas nokta, OHAL kapsamında, KHK’lerle şekillenen soruşturmaların, görevden almaların, kurumsal düzeyde yeniden yapılanmaların, hukuk devleti adalet ve hakkaniyet ekseninde cereyan etmesi, TBMM çatısı altında istişare mekanizmasının etkili olarak çalışmasıdır. Suça karışmayanların görevlerine iade süreçlerinin hızlı olması, adalete duyulan güvenin de bir göstergesi olacaktır.

 

 

KHK’ların, OHAL kapsamı dışında başkaca alanlarda düzenleme içermemesi gereği temel hukuk ilkelerindendir. Elbette KHK çıkarma yetkisi, TBMM kanun yapma yetkisinin devri anlamına gelmemektedir. Ancak, bu ilke, KHK ile düzenlenecek alanlar; başka deyişle, KHK çıkartılmasına dayanak yetki kanununda belirtilen konularla sınırlıdır. Yetki kanunu amacı dışında KHK ile düzenleme yapılması durumunda, bu düzenlemelerin, kanun yapma yetkisinin devri anlamına gelebileceği hususundaki bilimsel görüşleri burada hatırlatmak isterim.

Yaşadığımız süreçte, terörle mücadele alanında, soruşturmalarda da adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, avukata erişim hakkı, doğal hakim ilkelerinin tam anlamıyla uygulanması gereğine bir kez daha vurgu yapmak isterim. Gerçekten de “beyaz yargılama hakkı, masumiyet karinesi, tutuklamanın tedbir oluşu, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin ve tutukluluk sebebinin varlığı halinde tutuklama kararı verilmesi gereği gibi yaklaşımlar” önemini, süreçte de göstermektedir. Her ne durumda olursak olalım, bu ilkeler ceza hukukunun vazgeçilmez ilkeleridir; suçlu ile masumu ayırmak içindir; suçluların masumlaşması için değil.

 

Ve gelinen noktada, gerçekleşmesi halinde, darbe hukukunda, kimseye bahşetmeyecekleri hukuki ilke ve değerlerle muamele edilmek zorunluluğu olan darbeci terörist cuntacılara karşı, demokrasi direnişi gerçekleştiren bu halk, hukukun işleyişinde de “adalet ve hakkaniyetle muamele ederek” hukuk tarihi yeniden yorumlayacak ve yazacaktır.

 

 

SÜREÇTE AVUKATLARIN ROLÜ, HUKUK TARİHİNİN TEMEL MİSYONUNA UYGUNDUR:

 

Kıymetli Hukukçular,

Darbe girişimi sonrasından itibaren, avukatlar, soruşturmaların adil yargılanma ve hakkaniyet ilkelerine uygun yürütülmesi hususunda katkılarını sunmaktadırlar. Suçlu ile masumun ayrılması,  iddia olunan suçlarla şüphelilerin hukuki ve fiili irtibatlarının var olup olmadığının somut emare ve delillerle ayrımlanması, adına uğraş vermektedirler.

 

Bu noktada, avukatların, savunma hakkının işlerliği adına kamu hizmeti verdikleri gözönüne alındığında, avukatla vekilliğini veya müdafiiliğini yürüttüğü şüphelilerin veya sanıkların “aynılaştırılması”, “karıştırılması”, “birbiri yerine ikame edilmesi” kabul etmeyeceğimiz bir yorum olacaktır. Gerçekten de,  avukat, müvekkilinin kişiliği, konumu, iddia olunan suçla ilişkisi, suçluluğu veya suçsuzluğu ile bağlı değildir; hatta müvekkilinden bağımsızdır.

 

Avukat, müvekkilinin bir sırrını, açıklaması yönünde müvekkilinden onay alsa dahi açıklamama hürriyetine sahiptir. Avukat, müvekkili, kendisi hakkında hukuka aykırı bir talepte bulunsa dahi, onunla bağlı olmaksızın talepte bulunabilir. Avukat, hukuka aykırı talepleri müvekkilinden gelse dahi ona uymamak durumundadır.

 

Anayasanın 36. maddesinin 1. fıkrasında “herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü yer almaktadır. 

Bu düzenleme, savunma hakkından bahsetmekte ve “hak arama özgürlüğü” başlığı altında yer bulmaktadır. Avukatlık Kanununun 2. maddesinde yer bulan “taraf vekili olarak görev yapma ve yargılama faaliyetlerine katılarak anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözülmesi çabasına da ortak olmak” misyonu çerçevesinde, avukatın savunma hakkının öznel nüvesi olma vasfı, herkesin kendisini savunma hakkı olarak açıklanabilecek olan hak arama özgürlüğünün somuta yansımış halidir. Bu çerçevede, hukuk devleti ilkesi yanında, hukuka uygun toplum anlayışı, hukuka saygılı toplum yapısı içerisinde, avukatın savunma hakkını icra rolü bağımsız ve dışarıdan gelecek baskı ve olumsuz etkilere kapalılığını da zorunlu kılmaktadır. Bu bakımdan, “yaşanan süreçte avukatların rolüne ve katkılarına” yönelik, olumsuzlayıcı, değersizleştirici, basite indirgemeci yaklaşımları ret ettiğimizi de ifade etmek zorundayız. 

 

YENİ BİR SAYFA AÇILDI; BİRLİKTE YAZMALIYIZ, YENİ BİR SOSYAL SÖZLEŞME YAPABİLİRİZ:

 

Değerli Meslektaşlarım,

Yeni bir sayfa açıldı ise önümüze, yeni bir dayanışmacı birlik ruhundan, diğergamcı yaklaşımdan söz ediyor isek, demokrasiye bağlılığımızı kendimize övünç payesi çıkartarak kıvançla taşıyorsak, cumhuriyete sahiplenmemizi ilk ilan edilişindeki sıcaklığında yüzümüzde, sinemizde hissediyorsak o vakit daha ciddi meselelere bu ruhla sarılmamız gerekmektedir.

 

Yeni bir hukuk sistemini, sadece Yargıtay ve Danıştay kuruluş ve işleyişlerindeki değişikliklerle tamamlayamayız.

Veya sadece Bölge Mahkemeleri kurarak, işleterek de hukuku daha adil, makul sürede hüküm verir, hükmü salt kanuna göre değil; uluslararası ve ulusal hukuk içtihatlarına göre verir hale getiremeyiz. Yahut , arabuluculuk sistemini, uzlaştırma kurumunu toplumu hazırlamadan, yargısal değerleri, özneleri, ilkeleri toplum ve birey nezdinde kıymetli hale getirme çabalarını göstermeden hayata geçirmekle de salt adalete ulaşamayız.

Hatta adliye saraylarını, en son teknik donanımlarla duruşmalara hazır hale getirerek “otomatikleşmiş hüküm verme” makinası haline getirmekle de adalet hizmetlerinde yüksek kalite anlayışını sağlayamayız.

Hukukumuzu, karar üreten değil; adalet üreten hale büründürmeliyiz.

Hukukumuzu, son model içtihat kataloğu haline getiren değil; değişime, insana, topluma, ihtiyaçlara göre isabetli ve hızlıca oluşturulan içtihat havuzu haline getiren bir yüksek yargı mekanizması kurmalıyız.

Hukukumuzu, yargılamanın adilliği ve hakkaniyete bağlılığı ekseninde, varlık sebebini herhangi bir odaktan değil; kanundan, hukuktan ve vicdanından alan yargısal unsurların, çok sesliliğine ve çok renkliliğine, liyakat esasına dayalı halde organize eden bir yapıya kavuşturmalıyız.

AVUKATIN KATILIMI İLE ADİL YARGILAMANIN İLK ADIMI ATILIR:

Değerli Meslektaşlarım,

Yeni Hukuk Düzeni, yeni bir avukatlık algısının oluşması bakımından biz avukatlara, yerleşmesi bakımından da toplum ve bireye/sivil topluma büyük bir görev yüklemektedir. Bu yeni avukat algısının temel değerlerini, kuşkusuz, “avukatların yargısal hizmet yaptıkları” paradigması oluşturmalıdır.

Avukatların, belgeye bilgiye ulaşma haklarının devlet sırrı haricinde -ki onun da şartları vardır- esas sayılması, savunma hakkının kullanılması bakımından iddiaya ulaşmakta sınırlamanın kaldırılmasının esas olması, özel ve kamu şahsiyetleri arasında veya kendi içlerinde hakların devrinin, hakların tesisinin yada hak kısıtlamalarının idari makamlar önünde veya hükmi şahsiyetler nezdinde avukatsız yapılmamasının esas olması, ceza soruşturmalarında iddia ve suçlamaya ve bunlarla alakalı belge ve ifadelere ulaşmakta kısıtlamaların olmamasının esas olması, basit uyuşmazlıkların hallinin avukatlar eliyle yapılmasının esas olması gibi düzenlemeler yeni paradigmanın asıl başlıkları olmalıdır.

 

Yargının işyükünün, Yüksek yargı ile bölge mahkemeleri arasında pay edilmesiyle, ilk derece mahkemelerindeki kimi uyuşmazlık kalemlerinin, arabuluculuk veya uzlaşma kurumlarıyla mahkemelerden alınmasıyla hafifletilmesi, dava türleri bakımından karar verme süresinin önceden ilan edileceği Satürn Projesi gibi yaklaşımlarla azaltılacak olması bizce geçici çözümlerdir.

 

Asıl mesele, yargının makul sürede adil karar verebilmesi, kanun önünde eşitlik ilkesini kararlarında tarafsız olarak tesis edebilmesi, karar süreçlerine giden yolda yardımcı unsurların (bilirkişilik, tanıklık vb) hakim yerine geçmemesi, uyuşmazlığa uygulanacak usul ve esasların dava başında taraflara açıklanması, avukatın delillere ulaşabilmesi ve delilleri kısıtlama olmaksızın mahkeme önüne getirebilmesinde yatmaktadır.

 

 

Guizot’un veciz sözünü hatırlamakta fayda vardır: “Siyaset mahkeme salonlarına girerse adalet arka kapıdan kaçar!”

Yargıda, gruplaşma, klikleşme veya hizipleşme değil; işleyişe dair felsefi yaklaşım farklılıklarına kapıyı aralamak gerekir. Siyasetin şekillendirdiği veya siyaseti şekillendiren bir yargı sistemi değil, hangi usul ve esaslarla daha adil daha hakkaniyetli ve vicdani değerlere uygun “sistem ve karar” arayışlarına; kısaca adalet politikasına ihtiyaç vardır.

 

 

Değerli Hukukçular,

 

Yeni Adli Yılın, ülkemiz ve yargı dünyamız için hayırlı olmasını dilerim. Gözü bağlı adalet tanrıçasının gözü açılmalıdır; insanı görmelidir; tek kaygısı insan varlığını korumak, insan onurunu gözetmektir.

 

Şunu birkez daha belirtmeliyiz; darbe girişiminin kamuoyunca duyulmaya başlandığı ilk saatlerden itibaren, baromuz da dahil olmak üzere, Baroların ve TBB’nin Darbe karşıtı ve demokrasiden yana tavrı hızlıca pekişmiş ve basına yansımıştır. Sözümüz Demokrasi, Sözümüz Vatan’dır.

 

Hepinizi saygı ile selamlarım. 

   

 

 

Av.İbrahim Kerem ERTEM

Zonguldak Barosu Başkanı

 DSC_0567 DSC_0571DSC_0582 DSC_0574 DSC_0572 DSC_0589DSC_0586 DSC_0585 DSC_0584